27 Şubat 2013 Çarşamba

Recep İvedik ile hayat dersi




"Ekinler baş vermeden, kör buzağı topallamazmış."


Neden bu cümle ile başladığımı soracaksınız, bu cümle beni sayfalar dolusu yazı yazmaktan kurtarıyor çünkü. Bu cümle içinde hayatı, umudu, mutluluğu ve hüznü barındırıyor da ondan.

Kimilerinin başucu romanları olur, kimilerinin başucu filmleri. İşte benim başucu filmim bu filmdir. Hayatımda yeni bir sayfa açmamı sağlayan filmdir bu film. En kötü anımda, bana ışığı gösterendir, elimden tutup beni aydınlığa çıkarandır.


Evet, bahsettiğim film Recep İvedik. Çoğu insanın burun kıvırdığı, arkadaş ortamlarında izlenmemiş olunması ile hava atılan filmdir, Recep İvedik. Oysa ben üç senede, üç doz alarak, kendimi karanlıktan aydınlığa taşıdım.
Mizahın hayatımızda ki yerinin önemi

Filme ilk gidişim, 21 Şubat 2008 tarihinde 17:00 seansı idi, o kadar beğendim ki filmi, akşam yedi ve dokuz seanslarına da girdim. Çıktığımda sanki bambaşka bir insandım, hayattan zevk alamayan ben, kuşlar kadar özgür hissediyordum kendimi. Çünkü Recep bana bunu öğretti, en zor anımda bile savaşmayı...  İkinci ve üçüncü filmler ile de, içime ilk film ile işlediği bu duyguyu perçinledi, sağlamlaştırdı kalbimdeki ve beynimdeki yerini.

Herkes Amerikan filmlerine takılmış giderken, sinema sektörüne yepyeni bir soluk olarak geldi Recep İvedik, popüler kültüre atılmış bir Osmanlı tokadıydı adeta.


Büyüklere saygı ve sevginin en güzel örneği

Recep'ten önce komşuları ile hiç geçinemeyen bir insandım, kapı komşum Naciye Teyze'nin kapı üzerinde ki gözetleme deliğinin bir anda beyazdan, siyaha geçişinden, beni gözetlediğini anlardım. Kimi zaman içerden, "Cık, cık, cık..." sesleri bile duymuşluğum vardır. Sırf Naciye Teyze'ye olan sinirimden, kaç defa torununun dışarıda oynadığı topu alıp uzaklara dikmişliğim vardır. Ta ki Recep ile tanışana kadar.

Recep'ten sonra, evimin kapısını açarken, gözetleme deliğinin siyaha döndüğünü farkettim ve hemen Naciye Teyze'nin kapısını çaldım. Korkmuş olacak ki açmadı. Kapısının önüne oturup ağladım dakikalarca, kapıyı açtı, çay, poğaça ikram etti, değişimimi anlattım ona, ilgilenmedi ama üzüldü halime, "Yalnızım Naciye Teyze." dedim, "Yarın bizim güne gel." dedi. O anda kafamda şimşekler çakmaya, karnımda fırtınalar kopmaya, ayaklarımda ki tüm derman çekilmeye başlamıştı. Çünkü Recep'e dönüşüyordum ve bunu ben değil, hayatın kendisi yapıyordu.

Ertesi gün, saçımı sakalımı kesip, Naciye Teyze'nin kapısını çaldım. Çok beğendi yeni tarzımı. İçeride teyzeler, yürüyüş yaptıkları halde kilo verememelerinden yakınıyorlardı, ama bir önlerinde boş tabaklar, ellerinde son lokmaları ile kilo vermelerinin imkansız olduğunu söyledim şaka yollu. Onlarda güler gibi yaptılar zaten. İşte onlarla gülüşürken farkettim artık yalnız olmadığımı, Recep bana yol göstermiş, hayatın kapılarını tekrar açmıştı bana.

Psikologlara verdiğim paranın ne kadar boşa olduğunu, cinci hocaların aslında birer sahtekar olduklarını öğrendim onunla. Ejderhalı gömlekler artık dolabımın değişmez parçaları oldular. En parasız günlerimde, kâh İstiklal'de burnumla flüt çalarak, kâh eczanede kalfalık yaparak doğrulttum yevmiyemi. İşte hayatım adeta ortadan ikiye bölünmüştü Recep ile birlikte, RÖ ve RS olarak.
Sporun insan hayatındaki yeri ve önemi


İşte bu başyapıt biliyorum ki, benim gibi birçok insana böyle ilham kaynağı oldu, karanlıktan aydınlığa taşıdı. Ama gelin görün ki, başta Akademi olmak üzere, bir çok kesim bu filme hakettiği değeri vermedi. Oysa adaletli insanlar olsaydı Akademi'de, inanın ki bir en iyi erkek oyuncu, en iyi film, özgün senaryo gibi dallarda ödül almamız işten bile değildi. Aslında Anthony Hopkins, Jack Nicholson bir kez olsun Recep İvedik gibi gülebilse, sadece bir kere deneseler bunu, insanlar bunun o kadar da utanılacak bir hayat felsefesi olmadığını anlayacak ve bu başyapıt, bu felsefe insanlık adına hakettiği yeri alabilecekti tarihte...

Usulen, puanımı yazayım, tabi ki 10 üzerinden, 10 veriyorum bu filme. İzlediğiniz için utanmayın, bırakın izlemeyenler kaçırdıkları hayat dersi için üzülsünler.

Hiç yorum yok: