Filmin bitişi ile mail kutumu açmam ve compose tuşuna basmam bir oldu. Filipinli mektup arkadaşım, sevgili Jeremiah'a uzun bir mail attım, filmde Filipinler'de geçen sahneler ile ilgili, aklımda ki soruları sorma gereği hissettim. Aldığım cevaplar beni hayrete ve dehşete düşürmüştü.
Jeremiah ile arkadaşlığımız, benim ilkokul 5'ten sonra hazırlığa gitmem ile başladı. Herkes kendisine Danimarka'lı, İsveç'li, Alman mektup arkadaşları seçerken, listenin en altında onun ismini gördüm, Jeremiah De la Cruz. Kendisini mektup arkadaşı olarak seçtim ve bugün anlıyorum ki, hayatımın en doğru kararlarından birini vermişim. Çünkü seçmeseydim, bugün izlediğim filmle ilgili kafamdaki soru işaretlerini, birer ünleme, üç noktalara çevirecek kimse olmayacaktı. Bu süreç teknolojinin gelişmesi ve bizlerin büyümesine dek, yani bundan bir sene öncesine kadar, mektup arkadaşlığı olarak devam etti. Daha sonra mail ile haberleşmeye başladık.
Sadece önemli bir kaç soruyu paylaşacağım sizinle. Öncelikle kendisine halini hatrını, ailesinin nasıl olduğunu, okulunda kendisine takan hocanın, dersten geçirip, geçirmediğini sordum. Daha sonra sorularımı arka arkaya sıralamaya başladım. Filmde Filipin'de yaşayan insanların, ikamet ettikleri yerlerin gösterildiği sahnelerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını, polislerin gerçekten de, öyle kaliteli motosikletler kullanıp, kullanmadıklarını, şehrin gerçekten de bu kadar modern olup olmadığını sordum. Aldığım cevaplar beni dehşete düşürdü...
Kendisi bana, iyi olduğunu, ailesinin de çok şükür afiyette olduklarını, küçük kardeşinin üniversite sınavına hazırlandığını, dershaneye göndermek için babasının çift vardiya çalıştığını söyledi. Üniversitede ki hocasının kendisine halen takık olduğunu, o dersi tek derse bırakmaya karar verdiğini yada seneye başka bir hocadan almak için erkenden ders seçeceğinden bahsetti. Filipinler'e filmin seneye geleceğini ve kendisi korsana karşı olduğu için de filmi izlememiş olduğunu söyledi. Bir an içimi bir korku kaplamadı desem yalan olur. Fakat bir sonra ki cümlesinde, benim için bir istisna yapıp, filmi işportacıdan aldığını ve evde izlediğini söyleyip, sorularımın cevaplarına geçti. Öncelikle yaşadıkları yerlerden bahsetti bana, filmde gösterildiği gibi taş binalarda değil, çadırlarda ve yaz mevsiminde sokakta yattıklarını söyledi, oysa ki filmde betonarme binalar içinde yaşıyorlardı. Kafamda ki soru işaretleri ünlemlere dönüşmeye başlamıştı bile. Polislerin motosikletlerine gelince, buradaki polislerin bırak öyle pahalı motosikleri, mobilet bile sürmediklerini, hatta taşrada halen polislerin eşek ile ulaşımlarını sağladıklarından bahsetti, dehşetler içindeydim, Amerikan sineması ile ilgili kafamdaki taşlar bir bir yerine oturmaya başlamıştı. Şehrin modernliği için de, kendisinin film setini gördüğünü, o gökdelenleri strafor ile yapıp, boyadıklarını söyledi. Kendisinin bile filmi izlerken orasının 26 yıldır yaşadığı yer olduğuna inanamadığını söyledi. Artık kafamda hiçbir soru işareti kalmamıştı, çünkü Amerikan sinemasının tek hedefinin Türkiye olduğunu anlamam sadece bir kaç saniyemi almıştı.
Skyfall incelemesini daha sonra yapacağım, fakat bunları söylemem lazım. Amerikan sinemasının bazı sahneleri Türkiye'de geçen Skyfall filmini büyük bir kesim izledi ve Türkiye'yi dünyaya çok kötü gösterdiği konusunda herkes hem fikir oldu. İşte Amerika, Filipinler gibi bir ülkeyi bile bu kadar modern ve gelişmiş gösterirken, sizce neden bizi böyle kötü gösterdi? Sorunun cevabı çok basit, çünkü bizim ülkemizi, insanlarımızı ve sinemamızı kıskanıyorlar. Bizi dünyaya geri kalmış bir ülke gibi gösterip, filmlerimize burun kıvırmalarını sağlamaya, o efsanevi Malkoçoğlu, Dünyayı Kurtaran Adam, Keloğlan Kara Prense Karşı ve tabi ki Recep İvedik gibi serilerin dünya ile buluşmasına engel olmaya çalışıyorlar. Ama neyse ki ben bunu farkettim ve bu tür oyunlara gelmedim. Ve aydınlanmanız için de sizinle bu yazıyı paylaştım, çünkü ancak bu şekilde, Atatürk'ün bize bahsettiği, o muassır medeniyetler seviyesine ulaşabiliriz.

Filmin geri kalanına baktığımızda, zaten kötü olan Bourne serisini, iyice uzatıp, benden çok kötü yaftasını yemelerine sebep olmuştur. Zaten filmde bahsedilmeye değer hiçbir şey yok. Amerikan ajan klişeleri ile dolu bir film. Edward Norton çok kötü bir oyunculuk sergiliyor, Jeremy Renner ve Rachel Weisz birbirleri ile hiç uyumlu değiller, birbirlerine en çok yaklaştıkları anlarda bile birbirlerinden iğrendiklerini hissettiriyorlardı. Ajan filmlerinin değişmezlerinden olan, kovalama sahneleri, haplar, silahlı çatışmalar filmin puanının gerilemesine sebep olan faktörlerdi. Ama Amerikanın yaptığı, senelerdir bas bas bağırdığım fakat kimsenin beni duymadığı, programlanabilir davranış konusuna yaptığı gönderme ile insanların Amerika'nın gerçek yüzünü görmesine sebep olabilir. Haklı olduğumu bir kez daha görmek beni sevince boğdu.
Kısacası, klişelerle dolu, kötü bir filmin, çok kötü bir devam filmi, yemeğinizi yerken, bir yandan açık dursun tarzında bir film bile değil. Kaybedeceğiniz iki saat onbeş dakikaya yazık. Puanım 10 üzerinden 2.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder