1 Mart 2013 Cuma

The Dark Knight Rises



Benim bildiğim şövalyeler kılıç kuşanır, at sürerler. Ayrıca şövalyelik soydan gelmeyen bir seçkinliktir. Oysa ki kahramanımız Bruce Wayne, babasından aldığı soyluluk ünvanı ile ortalığı birbirine katıp, şehrin altını üstüne getirmektedir. Üstüne üstlük de filmin isminde kendisine, ''Kara Şövalye'' ünvanı layık görülmüştür.


Filmde altını çizmek istediğim bir kaç önemli husus ve nokta var, onlara değinmek istiyorum öncelikle.  Devam filmi olduğu için, zaten önyargılı idim. Ve önyargılarımda haksız olmadığımı görmem, beni ayrıca keyiflendirdi. Çünkü karşıma ne çıkacağını zaten tahmin ediyordum. Özel yapım arabasına binen bir adam, dünyada başka yer yokmuş gibi Gotham'ı ele geçirmeye çalışan bir düşman, güzel kadınlar, ihanet, inanç... Filmin daha başında, Batman'in kazanacağını anlıyoruz, çünkü adamın uzay mekiği var. Bu ayrıntıyı herkes farketmemiş olabilir belki, ama sizi suçlamıyorum, nihayetinde çok ince bir ayrıntıydı, herkesin farkedememesi normal bir durum.


Kahramanımız, o yaşa gelip, ne kendine düzgün sigortalı bir iş bulabilmiş, ne de bir yaren bulup, düğün dernek edebilmiştir. Üstüne üstlük kendini eve kapatıp, tüm gün üzerinde robdöşambrı ile, babasının parasını oyuncaklara harcıyarak geçirmektedir. Tabii ki devran böyle devam etmeyecekti, elinde kalan kefen parasını da, garip, gurebaya dağıtmak yerine, borsaya yatırınca, tüm parası bir günde elinden uçup gitmiştir. Hazıra dağ dayanmayacağını, yanında ki yaşlı uşak Alfred'in söylemesi gerekirdi. Ama o da kendini paranın baş döndürücü güzelliğine kaptırıp, o ülke senin, bu ülke benim dolaşmayı tercih etti. Dolayısıyla Alfred'i de kaybeden Bruce, iyice bunalıma girdi. Peki bu sırada hırsızlar, katiller boş dururlar mı? Hayır dostlarım, durmazlar. Üniversitede nükleer fizikle uğraşan bir doktoru Gotham'a getirip, Bruce'un bir heves aldığı ve bir hafta sonra bıkıp bıraktığı oyuncağı, nükleer bombaya çevirir. İşte burada görüyoruz ki, aslında tüm olanların ve olacakların sorumlusu, Bruce'un kendisidir. Sırf kendi hevesleri için onca insanın hayatını tehlikeye attığından kendisinin bırakın halk kahramanı saygısını, halay başı saygısı bile görmesi fazladır. Ama gelin görün ki, Gotham şehrinin adrenaline aç halkı, Batman'i gazladıkça gazlamıştır. Ama bu defa baltayı taşa vurmuşlardır, çünkü karşılarında Miranda yani Marion Cotillard ve onun astım
hastası olan arkadaşı, hatta aşığı Bane yani Tom Hardy vardır. Bir yandan da, kedi gibi giyinmiş olan Selina yani Anne Hathaway küçük hırsızlıkları ile bizlere kendini sevdirmeye çalışsa da, bunu başaramamıştır. Ayrıca kendisine söylemeliyim ki, üzerinde ki elbise kendisine biraz dar olmuş.


Evet gelelim filmin bir diğer karakteri olan, filmin sonunda bize tatlı bir süpriz yapıcak olan, Blake yani Joseph Gordon-Levitt efendiye. Amerikan halkını bilmem ama Türk halkı artık bu idealist polis numaralarını yemiyor sayın Nolan. O yüzden kendinize çeki düzen verip, yeni arayışlar içine girmenizi öneririm. Bu idealist dedektifimiz, tutturmuş ben kurumsal bir firmaya girip kariyer yapıcam, bu polis departmanında yükselemiyorum gibi serzenişlere. Filmin sonunda da işi gücü bırakıyor. Bruce Wayne'in ona bıraktığı çantayı alıp, gizli mağarayı keşfediyor. İsminin aslında Robin olup ve gerçek ismini filmin sonuna kadar bizden saklaması, bence Nolan'ın bize yalan söylemesinden başka bir şey değildir. Aynısını çevrenizde ki arkadaşlarınız yapsa, küsüp, iki hafta konuşmazsınız. Ama yalanı söyleyen Nolan olunca, kimse bunu umursamıyor.

Film zaten başlı başına saçmalık şaheseri olduğundan, tek tek her saçmalığı anlatmayacağım. Gözüme çarpan bir kaç şey var sadece, elinde silahla, kapıdan içeri giren bir adamın üstüne saldırmak nedir? Madem öldürmeye niyetlisin, neden uzakta durup ateş etmiyorsun be adam? Ayrıca madem sanayide otomatik pilotu tamir ettirdin, niye kızın yanında, ''Otomatik pilot yok, ben götürüp patlatacağım.'' havalarına giriyorsun be adam? Hadi diyelim ki seni öldü sanmalarını istedin, eline ne geçicek? Milletin karşısına çıkıp, onları korkutmak mı amacın? Hem o bomba patladı patlayacak, e be arkadaş, durup da öpüşülür mü orada? O anı mı beklediniz öpüşmek için? İki saat kırk beş dakika boyunca, bulamadınız mı kendinıze ayıracak bir on dakika? Ayrıca o zindanda olanlar, ben ve benim gibilerin gözlerinden kaçmamış olacak ki, hiç inandırıcı değil. Biliyoruz ki, bir insanı havaya kaldırıp, belini dizinde kırarsan, o insan ölür. Oysa bizim Bruce abimiz, bırakın ölmeyi, düz duvara tırmanıp, kendini özgürlüğün sıcak kollarına bırakıyor. Hem onca yükseklikten beline bağlı halatla düştüğünde, beline hiçbir şey olmaması, hiç inandırıcı değil.


Ayrıca, her filmde, Liam Neeson ve Morgan Freeman'ın karşımıza çıkmasından bıktım, sınıf arkadaşları yaşadıkları mahallede muhtar adayı oldular, bunlar halen kamera karşısında maymunluk peşindeler. Hadi Liam öyle bir selam verip, ateş alıp gitti, peki ya Morgan? Bir afralar, tafralar, düğmelere basmalar, parmak izi okutmalar... Doğduğunda ateş yeni keşfedilmiş birinin, yıllar geçince bu şekilde bir halet-i ruhiyeye bürünmesi, sonradan görmelik değildir de nedir?

İnanın bana, saçmalıklarla dolu, rezalet bir film. Miranda'nın aslında görüldüğü gibi biri çıkmaması klişesi de o kadar yapaydı ki, filmde ilk görüşümde anladım, bu işte bir çapanoğlu olduğunu. İnanın bana, benim gibi olup, film izlemek çok zor, çünkü filmler sizi şaşırtamıyor. Ve sizin gibi olmak için o kadar imreniyorum ki. O yüzden filmi beğendiyseniz bile utanmayın bundan, sadece gerçekleri görün ve bilin.

Puanım, 10 üzerinden 4. Sebebi de, Liam Neeson'ın filmde sadece otuz saniye görünmesi, daha fazla görünseydi, inanın puanım 2 den fazla olmazdı.

Hiç yorum yok: